yaşamak, bir ağaç gibi…

yaşamak, bir ağaç gibi…

Türkiye’ye döndükten sonra başka başka hayallerin peşinden koşarken kendimizi geçici bir süreliğine İstanbul’a yerleşmişken bulduk. Bu hikayeyi detaylıca anlatma niyetimiz var ama bu yazı, bu süreçte yaptığımız kısa süreli bir seyahatimizle ilgili… Çadırımızın yanındaki kamp ocağında pişirdiğimiz muhteşem yemeklerle, ağırlandığımız çiftliklerde tattığımız gerçek gıdalarla, Peri Diyarı’ndaki bir vadiden topladığımız böğürtlenlerden yaptığımız sihirli reçellerle, Baykal Gölü kenarında öğle öğünü için bizi bekleyen ahududularla beslendikten ve doğanın bize sunduğu hayat kaynaklarından kana kana yaşam suyu içtikten sonra geri döndüğümüz şehr-i İstanbul’da ne yiyip ne içiyoruz? Sedef ve Burak’ın yaptığı mis gibi eppekler ve her Cumartesi evimizin yakınındaki, Buğday Derneği’nin organize ettiği Şişli Ekolojik Pazarı’ndan aldığımız taze sebzeler dışındaki şeylerin çoğuna (kuru gıdalar, salça, peynir vb.) İstanbul’un dört bir yanında (Kadıköy, Küçükyalı, Taksim, Merter,) Yeryüzü Derneği’yle birlikte organize edilen ve gönüllüsü olduğumuz Topluluk Destekli Tarım (TDT) gruplarından Taksim Gıda Topluluğu ile ulaşıyoruz. TDT herkese açık bir tüketim birliği ve herkes bu topluluklardan birine türetici olarak dahil olup etik üretilmiş temiz ve gerçek gıdaya küçük üreticilerden aracısız biçimde ulaşabilir veya bulunduğu yerde komşuları ve arkadaşlarıyla beraber kendi topluluğunu kurabilir. Bunu topluluk halinde yapmamızın amacı küçük üreticileri desteklerken ulaştırma maliyetini ve karbon ayak izimizi azaltmak. Kargo masraflarını ve kargo sırasında ürünlerde oluşabilecek zayiatları karşılamak için ürünlere birkaç lira ekleyerek biriktiğimiz şeffaf kasadaki parayı diğer TDT gönüllüsü dostlarımız ile birlikte Temmuz ayının başında üreticilerimizi ziyaret etmek ve halleşmek için kullanmaya karar verdik. 1 yıl boyunca tek evimiz olan çadırımızı ve ihtiyaç duyduğumuz diğer her şeyimizi koyduğumuz sırt çantalarımıza kavuşmanın sevinciyle yola çıktık. Harika bir yerde, muhteşem insanlarla olağanüstü günler geçirmek için yola çıktığımızı bilmeden sabah erkenden Avşa Adası’na giden feribota bindik. Adada yaşayan ve İstanbul’daki bizlere...
Jade Çiftliği

Jade Çiftliği

İstanbul’da geçirdiğimiz iki haftadan sonra yeniden yoldayız… Adapazarı’nın Sakarya havzasında, Maksudiye köyüne varıyoruz akşamüstü. Temiz, düzenli ve yeşil bir Çerkes köyü. Köyün içinde küçük meralar, otlayan hayvanlar… Köyde biraz dolaştıktan sonra şık, ahşap bir bahçe kapısıyla karşılaşıyoruz. İşte o kapının ardındaki yeşil bakımlı bahçe Jade Çiftliği. Çiftliğin kurucusu Berin Jade. Jade Çerkesçe yeşim demekmiş. A harfi uzatılarak, yazıldığı gibi okunuyor. Karavanımızı armut ağacının altına park edip Berin’le ve çalışanlarla tanışıyoruz. Etrafımızda yüzlerce çeşit bitki… Jade çiftliği 100 dönümden büyük dümdüz bir arazi üzerine kurulmuş. Yaklaşık 13 yıldır Berin’le beraber epey değişmiş. Eskiden sadece elma ve armut ağaçlarının olduğu bir yerken şimdi adını ilk kez duyduğumuz bitkilerle dolu. Neredeyse her bitkinin de birden fazla çeşidi yetiştiriliyor. Gün boyunca süren hummalı bir çalışma var. Çalışanlarla beraber özenle ekiyoruz tohumları, tek tek hasadını yapıyoruz olgunlaşan meyvelerin. Çocuk merakıyla gördüğümüz her şeyle ilgili durmadan sorular soruyoruz Berin’e. İlk günden son güne kadar sıkılmadan cevap veriyor. Her gün buraya çalışmaya gelen köylü kadınların rehberliğinde gücümüz yettiğince katılıyoruz işlere. Yükseltilmiş sebze yataklarını düzenliyoruz, çapalayıp tohum ekiyoruz, damla sulama için boruları yatağa yerleştiriyoruz, yabani otları ayıklıyoruz… En güzel şeylerden biri de, tadını merak ettiğimiz her şeyi yıkamadan, pişirmeden olduğu gibi yiyebilmek. Vücudumuza sadece ışık ve topraktan gelen hayat giriyor. GDO yok, ilaç yok… Haftada iki gün de, yaparken çok eğlendiğimiz bir iş var. Kargoya verilecek siparişleri paketlemek. Elimizdeki listeye göre bahçenin içinde dolaşarak taze taze topladığımız gıdayı kese kâğıtlarına dolduruyoruz. Sonra da gideceği adresle beraber kolilere doldurup kargoya veriyoruz. Özenle yapıldığı için, bir dostunuza el yazınızla yazdığınız mektubu postaya vermek gibi bir his… İstanbul’dayken vücudumuz uyuşmuş biraz. Çalıştıkça açılıyor. Ellerimizle beraber kafamız da çalışmaya başlıyor. Toprağa...