Kuzey Hindistan (Varanasi ve Darjeeling)

Kuzey Hindistan (Varanasi ve Darjeeling)

Sakin sakin akan Ganj Nehri’nin yanında, 3000 yıldan fazladır ikamet edilen kutsal şehir Varanasi. Burada ölen ve külleri kutsal nehre karışan bedenlerin hayat döngüsünden kurtulduğuna, ruhların özgürleştiğine inanılan, yok edici tanrı Shiva’nın kenti. Hacı olmak için veya yakınlarının yakılma törenine katılmak için Hindistan’ın dört bir yanından gelen Hindularla, dünyanın dört bir yanından gezginleri buluşturan kent, bir inek ve bir insanın yan yana zorlukla geçtiği dar sokaklardan oluşan bir labirent. Bu labirentin içinde de yüzlerce tapınak; kimi görkemle yükselen bir yapı, kimi yol kenarında bir duvarda küçük bir oyuk.   Tapınakların çokluğu, ibadeti günlük hayatın ta kendisi haline getiriyor. Bu kentte yakıldığınızda tüm günahların affedildiğine ve hayat döngüsünden çıkıldığına inanıldığı için, yüzlerce yaşlı insan buraya yerleşip ölümü bekliyor. Sokaklarda insanlar tapınaklara adaklarını sunmak için uzun sıralar oluşturuyor. Ganj Nehri kenarında sıra sıra dizilmiş onlarca ghattan biri olan Manikarnika Ghat sadece ölü yakma törenleri için kullanılırken, Dashashwamedh Ghat’ta her akşam saat 7’de başlayan “Puja” seramonisi için toplanılıyor. Bazı ghatlarda akşamları toplanılıp müzik yapılıyor, şanslıysanız harika bir Hindistan Klasik Müziği konserine denk gelebiliyorsunuz. Varanasi’de ilk günden diğer gördüğümüz yerlerden farklı bir şeyler hissediyoruz. Nehir kıyısında ölülerin yakılmasını izlerken etrafta uçuşan külleri soluyoruz. İnsanların yüzlerinde pek gülümseme yok. Her gün, gündüz ve gece yüzlerce ölünün yakıldığı bir yerde pek kolay olmasa gerek. Turistlere de pek sıcak davranılmıyor. Hele ki Manikarnika Ghat’ta yakılan ölüleri izlerken fotoğraf çekmeye kalkarsanız fotoğraf makineniniz kırılma ihtimali bile var; bu ghat ve yakın civarından fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Gelişimizin ikinci gününde, nehir kıyısındaki bir “ghat”ın önünde, Türkiye’de gezerken iki kez karşılaştığımız dostumuz Selçuk ile buluşuyoruz. Varanasi’de beraber geçirdiğimiz birkaç günde sokakları beraber keşfedip, “özel” lassiyi beraber deniyoruz. Lassi Hindistan’da...
Kuzey Hindistan (Rajasthan ve Agra)

Kuzey Hindistan (Rajasthan ve Agra)

Hampi’den çıkıp 18 saattlik bir yolculukla sabah saatlerinde Mumbai’ye ulaşıyoruz. Büyük şehirlerin kaosuna girmemek için Mumbai’ye gitmeyi planlamamıştık ama Rajasthan’a ulaşmak için burada aktarma yapmamız gerekti. İki tren arasında da 14 saatlik bir fark olunca Mumbai’yi de biraz olsun gezme şansımız oldu. Çantalarımızı tren istasyonunda bıraktıktan sonra İngiliz sömürge döneminden kalan görkemli binaların ve denize açılan “Hindistan Kapısı”nın bulunduğu şehir merkezini ancak dolaşabildik ki, bizi Jodhpur’a götürecek 16 saatlik tren yolculuğumuz için istasyona geri döndük. Artık Hindistan’ın kuzey batısında, Rajasthan eyaletindeyiz. Rajasthan, “Büyük Krallıklar Diyarı” demek. Mavi şehir Jodhpur’un dar sokaklarda arayıp bulduğumuz konukevinin terasına çıktığımızda, The Fall filmindekinden bile daha ihtişamlı görünen Mehrangarh Kalesi’yle yüz yüze geliyoruz. Birkaç katlı binaların arasında gökyüzünün çok küçük bir bölümünü görerek yürürken motosikletlerden kaçmaya, ineklere yol vermeye ve boklara basmamaya çalışıyoruz. Kimi zaman oldukça daralıp basamaklara dönüşen sokaklarda, gözümüzü etrafımızı çevreleyen dünyadan alamıyoruz. Jodhpur’ın turistik merkezindeki Sardar Market, saat kulesini çevreleyen seyyar satıcılar, olanaklar dâhilindeki her şeyi bulabileceğiniz dükkânlar ve her daim açık pazarıyla bizi de içine katıyor. Atmosferi çok dostane ve hatta “tanıdık”. Yürüyerek kaleye tırmanıyoruz. Kaleye giriş ücretsiz, girişte sadece müze için para ödeniyor. Beraberinde verilen sesli rehber (audoguide) çok iyi hazırlanmış. Hem kale, hem de Rajasthan kültürü hakkında aydınlanıyoruz. Ayrıca biraz pahalı da olsa kalenin muhteşem manzarasında zip-line yapıp “uçabilir”, ya da sadece burçlara oturup mavi şehri seyre dalabilirsiniz. Hindistan’da kutlanan renk festivalini Jodhpur’un biraz doğusundaki Pushkar’da kutlamak istediğimiz için trenle Ajmer’e geçiyoruz. Buradan da 40 dakikalık bir otobüs yolculuğuyla Pushkar’a varıyoruz. Pushkar; yapay bir gölün etrafına dizilmiş 52 “ghat” ve tapınakların yer aldığı hem kutsal bir şehir, hem de özellikle sırtçantalı gezginlerin toplandığı başka bir merkez. Özellikle son...
Gokarna-Hampi

Gokarna-Hampi

Hindistan’ın güneyinden kuzeyine doğru ilerleyen uzun seyahatimizde, Ocak sonunda geldiğimiz Karnataka’dan Şubat sonunda ayrılıyoruz. Mysore’dan başlayıp 16 saat süren bir tren yolculuğunun ardından vardığımız Gokarna, Goa’nın hemen güneyinde, Hindistan’ın Karnataka Eyaleti’ne bağlı bir yerleşim. Yolda tanıştığımız gezginlerin önerileri üzerine, geçerken uğradığımız bir yer. Küçük bir kasaba havasını koruyan ama nüfus yoğunluğunu turistlerin oluşturduğu bir sahil yerleşimi Gokarna. Hemen otobüs durağının oradan kiralanacak bir tuk-tukla 100 Rupiye (3,5 TL) veya 20 dakikalık bir yürüyüşle bedavaya ulaşılan Kudle Beach’te hiç beklemediğimiz şekilde 12 gün geçiriyoruz. Bizi çorak bir tepeye, dik bir yokuşun kenarında bırakan tuk-tuktan inip, sırt çantalarımızla yokuş aşağı yürüyoruz. Yolun sonu, merdiven biçimde dizilmiş kayalardan geçip plaja çıkıyor. Öğle saatlerinde üzerinde yürümenin ya Roadrunner kadar hızlı, ya da Budist bir rahip kadar sabırlı olmayı gerektirdiği sıcak kumsal önümüzde uzanıyor. Ocak ayının 29’u, ve kafamıza Hindistan cevizi düşmeyecek bir gölge arıyoruz. Sahil boyunca, uzun kumsalın arkasında konuk evleri (guesthouse) ve restoranlar yer alıyor. Birkaç pahalı yer hariç odaların çoğu duvarları palmiye yapraklarından örülmüş, zemini kum olan “hut”lardan oluşuyor (bungalov gibi). Yine de, yoğun sezonda orada bulunduğumuz için oda bulmak kolay değil. Biz de, bize hiçbir konfor sunmayan bir oda için 350-400 Rupi (15-20 TL)  kira vermek yerine çadır kurmak için uygun bir yer bakınmaya başlıyoruz. Yüzeyden denize ulaşmayan küçük bir derenin yakınında (gözünüzde mavi renkli bir su canlanmasın) Hindistan Cevizi ağacı olmayan ağaçların altında çadırımızı kuruyoruz. Günbatımıyla beraber herkes kumsalda toplanıyor. Gezginler el işlerini sergileyip sattıkları tezgahlarını açarken, birkaç farklı ateş ya da mum ışığı etrafında toplanılıp şarkılar söyleniyor. İsrailli birinin kendi enstrümanıyla çaldığı yerel şarkısına başka biri Yunanca eşlik ediyor. Bizim de dilimizden dökülüveriyor şarkı: Üsküdar’a gider iken…” Dünyanın...
Yabana Özlem

Yabana Özlem

Yolculuğumuzun Asya ayağında ziyaret ettiğimiz ilk vahşi yaşam koruma alanındayız. İsmi Mudumalai Tiger Reserve (Kaplan Rezervi). Ooty-Mysore yolu üzerinde yer alan bu koruma alanı, içinden işlek denebilecek bir karayolu geçen, çitle çevrilmemiş, içinde vahşi fillerin, ceylanların, maymunların, kaplanların ve günümüz şartlarına göre ilkel denebilecek ama bize sadece geleneksel yaşayan köylüler gibi gelen, koruma altındaki bazı kabilelerin doğal yaşam alanı.   Çok küçük bir alanda da olsa inşa edilen resepsiyon, bilgi merkezi, birkaç pansiyon ile birlikte turizme açılmış. Bu binaların yakın çevresi dışında yaya olarak dolaşmak kesinlikle yasak, kendi aracınızla da. Bu yasağı hem vahşi hayvanlara yem olmamamız, hem ormanda kaybolmamamız için koymuşlar. Park yönetim binalarının hemen yakınındaki kabile yerleşimine ve insanlara da yaklaşmamız yasak, çünkü onların ilkel yaşantılarının, modern şehirliler, hele ki batılı turistler yüzünden bozulmasını istemiyorlar; yani burada “vahşi” insanlar da koruma altında. Sonuçta sadece günde birkaç kez, kamuflaj desenli minibüslerle yapılan, belirli bir araç yolunda ilerleyen “Vahşi Yaşam Turu” ile biz modern insanlara vahşi yaşamı gözlemleme fırsatı tanınıyor.   Çaresizlikten ve aymazlıktan turlardan birine biz de katılıyoruz. Oldukça gürültülü bir motorla çalışan bu minibüslerin sesini duyan canlılar ürktüklerinden, tur sırasında vahşi yaşamı gözlemlemek şöyle dursun, verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü kendimizden utandığımız ve türümüzü bir kez daha sorguladığımız bir “aktivite” oluyor bizim için.   Geçen arabalara rağmen burası o kadar sakin ve çekici ki, bir gece de olsa kalıp, gerçekten vahşi yaşamı gözlemleyebilmenin hayalini kuruyoruz. Şans eseri pansiyonlardan birinde bir oda bulup yerleştikten sonra, yürüyüş yapmak için dışarı çıktığımızda, pansiyonumuz hemen yanında uzanan nehrin karşı kıyısında, sakince gezinen bir ceylan sürüsü, kocaman bir tavuskuşu ve yaban domuzunu yemek aramaya çıkmışken görüyoruz. Vahşi yaşama işte bu kadar yakınız. Fotoğraf makinemizi...
Kerala

Kerala

Sri Lanka’dan Hindistan’a dönüşte ilk olarak Kerala Eyaleti’nin başkenti Thiruvananthapuram’a (ya da Trivandrum) ayak bastık ve ilk düşüncemiz şu oldu: “Yeniden merhaba sidik kokusu, merhaba çılgınca öten kornalar”… Ama garip bir şekilde, kendimizi yeniden eve dönmüş gibi hissediyoruz. Kerala, Hindistan’ın güney ucunu paylaşan iki eyaletten batıda olanı (Diğeri de Tamil Nadu. Bkz: Chennai, Ponducherry ve Madurai). Bu sefer yerel dil Malayam, İngilizce konuşma oranı da oldukça yüksek. Lonely Planet’e göre Hindistan’da okuma-yazma oranının en yüksek olduğu yer (neredeyse %100). Hindistan’ın her eyaletinde farklı bir dil ve farklı bir kültür olduğundan bahsetmiştik. Bunu yazdığımızda henüz deneyimlememiştik, duyduklarımızı aktarmıştık. Kerala’ya gelince ne demek istendiğini anlamış olduk. İlk olarak, Trivandrum’a 40 dakika uzaklıkta ve biraz güneyindeki Kovalam’a gidiyoruz. Buraya gelmek aklımızda yoktu aslında; Couchsurfing talebimizi kabul eden ev sahiplerimiz burada yaşıyorlardı. Grigory ve Ulyana, bir süredir Hindistan’da yaşayan ve turist rehberliği yapan Rus bir çift. Oldukça yoğun çalışıyorlar ama akşam yemeklerinde bir araya geliyoruz. Grigory, dünyanın birçok yerini gezmiş bir maceraperest. Tibet’te bisikletini sırtlanıp nehirlerden yürüyerek kaçak girmişliği var. Aynı zaman ikisi de profesyonel fotoğrafçı oldukları için bize minik bir fotoğraf kursu da veriyorlar. Kovalam, Kerala’nın meşhur plajlarından, Ayurvedik tedavi ve yoga okulu merkezlerinden biri. Oldukça turistik, bu yüzden Hindistan ortalamasına göre pahalı ama sakin bir tatil beldesi. Turistlerin yaş ortalaması da diğer plajlara göre biraz daha yüksek. Yeniden Hindistan’a alışmaya çalıştığımız günler olduğu, Sri Lanka yazımızı çok geçmeden hazırlamak istediğimiz ve pahalı olduğu için Kovalam’daki 2 günümüzü çoğunlukla evde bilgisayar başında geçiriyoruz. Ardından keşfetmek üzere tekrar büyükşehir Trivandrum’a gidip, yine Couchsurfing’den bizi evine kabul eden Umang ve ev arkadaşlarıyla kalıyoruz. Ocak ayı olmasına rağmen hava çok sıcak olduğu için, kaldığımız evin...