by Sezgin | Eki 16, 2015 | Gezen Tohumlar |
Rusya’yı geride bırakıp Kafkas Dağları’ndaki Kazbegi sınır kapısından geçerek, Gürcistan’a vizesiz giriş yapıyoruz. Dönem dönem heyelan sonucu kapanan Terek Nehri vadisi boyunca uzanan, görkemli Kazbek ve Shani dağları arasından ilerleyen asfalt yolda Tiflis’e doğru otostop çekmeye başlıyoruz. Bizi aracına alan Azeri bir aileyle beraber Tiflis’e vardıktan sonra, Couchsurfing sayesinde tanıştığımız Andro evinin kapısını açıyor bize. Tiflis 1500 yıllık tarihi olan, şimdilerde oldukça modernleşmiş bir şehir. Yeni yeni yükselen gökdelenlerin çevrelediği Kura Nehri kıyısına kurulan tarihi kent merkezinde, birbirinin üstüne inşa edilmiş gibi görünen tarihi yapılar bulunuyor. Şehir merkezinin içindeki bir kaynaktan çıkan sülfürlü suyun kullanıldığı hamamlar ve yakın çevresindeki binalar restore edilmiş, birçoğu restorana veya otele çevrilmiş. Ancak ara sokaklarda yürüyüp turistik bölgeden biraz uzaklaşınca artık kullanılmayan eski kiliseler ve evlerle karşılaşıyoruz. Tarihi Tiflis’in güzelliğine, şehir içinde yer alan bir şelale de eşlik ediyor. Üzerinde evlerin yer aldığı bir uçurumdan akan şelale, kent içinde görmeye alışık olmadığımız bir manzara sunuyor. Sovyetler Birliği döneminde inşa edilen metro hattı şehrin önemli bir bölümünü kapsıyor ama, Tiflis’i keşfetmenin en güzel yolu yine de yürümek. Yol kenarındaki sahafların sergilediği onlarca yıllık kitaplar, kaldırımlara serpiştirilmiş heykelcikler, bir saat kulesinin duvarındaki mozaikler… Görkemli Sovyet binaları ile şehrin en meşhur caddesi olan Rustaveli Caddesi’nden yürürken yanından geçtiğimiz bir parktaki çay bahçesi gözümüze çarpıyor ve dinlenmek için oturmaya karar veriyoruz.Ancak burası bir çay bahçesi değil, bira bahçesi. Çay olmadığı gibi, kahvenin fiyatı biranın iki katı; koca bir bardak bira ise sadece 1.70 Lari. İran’a gitmeden önce biraya doymak için doğru yerdeyiz. Andro’nun evi, başka gezginlerle tanışmamıza da vesile oluyor. Türkiye’ye doğru yola çıkacak olan Maria, Ben ve Mathew’la aynı evi paylaşıyoruz bir geceliğine. Uzun süredir yollarda olan...
by Sezgin | Eyl 30, 2015 | Gezen Tohumlar |
Ağustos ayının sonunda yeniden Rusya’ya doğru yol alıyoruz. Ulanbatur’un yaklaşık 100 km kuzeyinden itibaren gökyüzü gri, güneş ışınları ısıtamayacak kadar zayıf. Hava kirliliği sandığımız bu dumanın yüzlerce kilometre uzaktaki Baykal gölü civarındaki orman yangınlarından kaynaklandığını, sınırı geçtikten sonra Khyagt kentindeyken öğreniyoruz. Rusya’nın Buryatya eyaletindeyiz. Buryatya’nın nüfusunun büyük bölümünü Moğollarla akraba olan Buryat halkı oluşturuyor ve en yaygın dinler Şamanizm ve Budizm. Amacımız 200 km uzaklıktaki Ulan Ude’ye varmak ama kimse bizi aracına almadığı için bulduğumuz bir dere kenarına kamp atıyoruz. Gündüz sis yüzünden güneşi bile göremezken, geceyi dolunayın parlaklığı altında geçiriyoruz. İlk geceyi sınır kenarındaki Khyagt kentinin yanındaki kampımızda geçirip Ulan Ude’ye vardığımızda, bir kez daha Sibirya kentlerinin Sovyetler Birliği’nden kalma görüntüsüyle karşılaşıyoruz. Ulan Ude, yeryüzündeki en büyük Lenin kafası heykelinin bulunduğu kent. Büyük Sovyet mimarisi binaların dışında ahşap tek katlı Rus evleri, sokaklarda bol bol orak çekiç, kocaman bir tankın olduğu II. Dünya Savaşı’na ithafen zafer anıtı ve biraz daha Lenin… Öğle vakti Tiyatro Binası Meydanı’nda fıskiyeler eşliğinde yapılan klasik müziği yayınını dinleyerek ayaklarımızı dinlendiriyoruz, biraz sokaklarda dolaşıyoruz. Muhtemelen görülecek daha fazla şey vardır ama Couchsurfing’den bizi ağırlayan Thomas’ın evinde Moğolistan yorgunluğumuzu atarken 3 gün geçip gidiyor. Yaklaşık iki ay önceki gelişimizde göremediğimiz Baykal Gölü’ne varıyoruz nihayet. Ulan Ude’den bindiğimiz minibüsten (mashrutka), son durak olan Babushkin’den biraz önce inip, Manturikha köyünün yanındaki ağaçlık alana kuruyoruz çadırımızı. Muhteşem Baykal Gölü manzarasına ek olarak, bizden önce burada kamp yapanların hazırlayıp bıraktığı kompost tuvalet ve ateş yakma yerimiz de var. Bozkırda geçen bir ayın sonunda ormana kavuşunca hemen hamağımızı kuruyoruz. Eğer bir yere hamak kurduysak, orada bir günden fazla kalacağız demektir… Baykal Gölü dünyanın en büyük, en derin ve en yaşlı...
by Sezgin | Ağu 9, 2015 | Gezen Tohumlar |
Yola çıkmadan önce Güney Asya ülkelerini oldukça araştırmıştık ama Rusya’ya geleceğimiz nedense hiç aklımıza gelmemişti. Bir kağıda Kiril Alfabesindeki harflerin okunuşlarını alelacele yazıyoruz; ne olduğunu anlamasak da neredeyse her şeyi okuyabiliyoruz. Uçakta tanıştığımız İrina, hikâyemizde Şangay’daki üniversiteyi bitirip yaz tatili için ailesinin yanına dönen genç bir Rus kadın olarak yer alıyor. Çok iyi İngilizce bildiği için Irkutsk ve Baykal Gölü’yle ilgili çok önemli tavsiyeler veriyor bize. Tesadüf eseri, evinin Couchsurfing’ten bizi ağırlayacak olan çiftin evine çok yakın olduğunu öğreniyoruz. Uçak Brejnev bloklarıyla örülü kentin havaalanına inince, Güney Kore’de alıştığımız muamele ile tekerlekli sandalye beklemek üzere İrina’dan ayrılıyoruz. Herkes indikten sonra başlayan uzun bekleyişimizin sonunda anlıyoruz ki havaalanındakilerin bambaşka bir fikri var! Uçak merdiveninden bile inmemize izin vermeden, uçağın acil çıkış kapısına yanaşan bir kamyonla uçaktan alınıp yürüyerek bir dakika bile sürmeyecek olan yolun diğer tarafına getiriliyoruz. Gerçekten hiç gerek yoktu, ama anlatamıyoruz. İndiğimizde ise, bize tekerli sandalye vermelerini beklerken, küçük bir şehrin tren istasyonuna benzeyen tek katlı havalimanı binasının içine girince koltuk değnekleriyle sıraya giriyoruz. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” demeden edemiyoruz. Çantaları taşımak için bir yolcudan yardım alıp, pasaport kontrolünden geçiyoruz. Giriş kâğıdında yazdığına göre 3 aylık vizemizi hemencecik ücretsiz alıyoruz. Rusya’ya hoşgeldik! Sırt çantalarımızı alıp çıkınca, annesi ve babasıyla karşımızda duran İrina’yı görüyoruz, uzun süren uçaktan alınma ve vize işlemlerine rağmen hala bizi bekliyorlar. Arabalarıyla bizi alıp troleybüslerin dolaştığı caddelerden geçirerek kahve içmeye götürüyorlar. Kahveyle beraber bir şeyler yiyip konuşurken, Irkutsk’ta kalacağımız günlerde kiralayabileceğimiz bir tekerlekli sandalye buluyorlar bize. Sonra tekerlekli sandalyeyi de arabaya koyup bizi Couchsurfing evimize, Vadim ve Vera’nın yanına bırakıyorlar. Vadim bizi sokaktan alıp, “tipik Sovyet apartman bloğu mimarisi” bir apartmandaki evine...
by Sezgin | Tem 28, 2015 | Gezen Tohumlar |
Ayak burkulmasını ciddiye almak gerekebilir. Özellikle içinde sık sık kullanılan çadırın, uyku tulumunun, gaz ocağının, tencere takımının, birazcık da gıdanın olduğu; büyük bir sırt çantasıyla şehirden uzak ormana yakın yürüyen gezginlerseniz, yürürken biraz daha dikkatli olmanız gerekir. “Ciddi sakatlanmalarda doktora başvurunuz”. Ayağınızı burktuğunuzda, tek ulaşımın tekne ya da yürüyüş yolu olduğu bir kumsalda iseniz, doktora gitmek için ertesi günkü tekneyi dolunay ışığının altında deniz kaplumbağalarının yumurta bıraktığı bir kumsalda beklemeniz gerekebilir. Sonra hiç bilmediğiniz bir ülkede “devlet hastanesi” bulmak, bilinmeyen bir dilde yazılmış tabelaların arasında kaybolup köşeden bir tekerlekli sandalye kapmak, sıra almak… Pahalı ve uzun kuyruktan dolayı x-ray çektirmiyoruz. Kırık değildir zaten, kırık olsa duramazsın. “Birkaç güne iyileşir” diye ertesi gün Kuala Lumpur’a gidip Güney Kore uçağını bekliyoruz. Malezyalı arkadaşımız Adida’nın evinde dinleneceğiz. Ama arkadaşımızın kendisi İngiltere’de. Biletleri önceden alırken sakatlanmayı hesaplayamadık tabi… Seoul gibi dev bir kentte iki gün geçireceğiz şişi bir türlü inmeyen ve akıbeti tam belli olmayan bir ayakla… Ardından Rusya uçağı… Türkiye’ye mi dönmeliyiz? Yok, dur bakalım, bir şekilde hallederiz. Adida’nın ev arkadaşı bizi havalimanına kadar bırakıyor. Yabancı bir ülkede dostlarımız var, yalnız değiliz ve ne şanslıyız! Seoul’de de şehir karmaşasından uzakta, dostumuz Yongmin’in evinde kalıyoruz. İade-i ziyaret bi’ nevi. 2 yıl önce Couchsurfing’ten tanışıp İstanbul’da ağırlamıştık onu. 20. Kattaki apartman dairemizden dışarı bakınca, birbirinin ardına çok düzgün dikilmiş beton blokları görüyoruz. Seoul bu görüntüsüyle çılgın ve hareketli bir şehir gibi görünse de, aslında her şey çok sakin. Büyük bir stadyumdan çıkan insanlar sanki futbol maçından değil de, dini bir ayinden çıkmış gibiler. Ellerinde bayraklarıyla kırmızı ışıkta durup kaldırımda sırayla yürüyorlar. Ayak pek de iyileşecek gibi görünmüyor, röntgen de çektirmedik, neler oluyor bihaberiz. Yongmin’in...
by Ebru | Tem 10, 2015 | Gezen Tohumlar |
Tayland’ın Aranyaprathet sınır kentinden birkaç kilometre uzaklıkta bulunan sınır kapısını geçerken yaptığımız 100 metrelik yürüyüşün sonunda, Tayland’dan çıkıp Kamboçya’ya giriyoruz. Birkaç dakika içinde, 30 $ karşılığında 30 günlük vizemizi alıp Siem Reap’e gidecek otobüse binmek için beklemeye başlıyoruz. Kamboçya’da para birimi dolar. Bildiğimiz ABD Doları. Riel de kullanılıyor ama özellikle büyük yerleşimler ve turistik bölgelerde fiyatlar dolar üzerinden. Ödeme yaparken ve para üstü alırken dolar ve Riel karışık olarak kullanıldığından, 4000 Riel = 1 Dolar denklemi üzerinden sık sık hesap yapmak zorunda kalıyoruz. Siem Reap’e gitmek için kişi başı 9 $ ödeyerek minibüse biniyoruz. Siem Reap, Kamboçya’nın turizm başkenti çünkü Angkor Tapınakları burada. Merkezin biraz dışında, 7 $’a iki kişilik bir oda buluyoruz. Kamboçya, gelmeden önce okuduğumuz yazıların yarattığı beklenti kadar ucuz değil. Ya da Dolar’ın TL karşısındaki yükselişi ve yolculuğumuzun birinci yılını tamamlarken bütçemizin tükenişiyle beraber, bizim eşiğimiz oldukça düşük. Siem Reap’ten Angkor’a gitmek için bisiklet, motosiklet ya da tuk tuk kiralayabilirsiniz. Bisikletle gezmek için uzun mesafe ve sıcaktan dolayı hem dayanıklılık hem de birkaç gün gerekiyor. Biz, 10 $’a bir günlük tuk tuk kiralayıp dolaşıyoruz Angkor’u. Giriş de ayrıca günlük kişi başı 20 $. Çok geniş bir alanda, ormanla çevrili bir tapınaklar bütünü Angkor. Angkor Wat, Angkor Thom ve Ta Phrom en ünlü tapınaklar arasında. Angkor’la ilgili bilgi her yerde var, adını ilk kez burada duyuyorsanız da, Baraka filmini mutlaka izleyin. Daha vasat bir örnek olarak, Tomb Raider filminde de yer almış. Kamboçya bayrağının üzerindeki resim de Angkor Wat. Bizim için en etkileyici tapınak ise Ta Phrom; doğanın kendini yenileme gücüne bir kez daha tanık ve hayran oluyoruz. Siem Reap’te bunun dışında yapacak pek bir şey yok,...