Sibirya

Sibirya

Yola çıkmadan önce Güney Asya ülkelerini oldukça araştırmıştık ama Rusya’ya geleceğimiz nedense hiç aklımıza gelmemişti. Bir kağıda Kiril Alfabesindeki harflerin okunuşlarını alelacele yazıyoruz; ne olduğunu anlamasak da neredeyse her şeyi okuyabiliyoruz. Uçakta tanıştığımız İrina, hikâyemizde Şangay’daki üniversiteyi bitirip yaz tatili için ailesinin yanına dönen genç bir Rus kadın olarak yer alıyor. Çok iyi İngilizce bildiği için Irkutsk ve Baykal Gölü’yle ilgili çok önemli tavsiyeler veriyor bize. Tesadüf eseri, evinin Couchsurfing’ten bizi ağırlayacak olan çiftin evine çok yakın olduğunu öğreniyoruz. Uçak Brejnev bloklarıyla örülü kentin havaalanına inince, Güney Kore’de alıştığımız muamele ile tekerlekli sandalye beklemek üzere İrina’dan ayrılıyoruz. Herkes indikten sonra başlayan uzun bekleyişimizin sonunda anlıyoruz ki havaalanındakilerin bambaşka bir fikri var! Uçak merdiveninden bile inmemize izin vermeden, uçağın acil çıkış kapısına yanaşan bir kamyonla uçaktan alınıp yürüyerek bir dakika bile sürmeyecek olan yolun diğer tarafına getiriliyoruz. Gerçekten hiç gerek yoktu, ama anlatamıyoruz. İndiğimizde ise, bize tekerli sandalye vermelerini beklerken, küçük bir şehrin tren istasyonuna benzeyen tek katlı havalimanı binasının içine girince koltuk değnekleriyle sıraya giriyoruz. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” demeden edemiyoruz. Çantaları taşımak için bir yolcudan yardım alıp, pasaport kontrolünden geçiyoruz. Giriş kâğıdında yazdığına göre 3 aylık vizemizi hemencecik ücretsiz alıyoruz. Rusya’ya hoşgeldik! Sırt çantalarımızı alıp çıkınca, annesi ve babasıyla karşımızda duran İrina’yı görüyoruz, uzun süren uçaktan alınma ve vize işlemlerine rağmen hala bizi bekliyorlar. Arabalarıyla bizi alıp troleybüslerin dolaştığı caddelerden geçirerek kahve içmeye götürüyorlar. Kahveyle beraber bir şeyler yiyip konuşurken, Irkutsk’ta kalacağımız günlerde kiralayabileceğimiz bir tekerlekli sandalye buluyorlar bize. Sonra tekerlekli sandalyeyi de arabaya koyup bizi Couchsurfing evimize, Vadim ve Vera’nın yanına bırakıyorlar. Vadim bizi sokaktan alıp, “tipik Sovyet apartman bloğu mimarisi” bir apartmandaki evine...
Konya: Mistik Bir Yolculuk

Konya: Mistik Bir Yolculuk

Suyun ve rüzgarın şekillendirdiği vadilerin ardından, tamamen farklı bir coğrafyadan geçtik Konya’ya giderken. Tuz Gölü havzasında ufuk çizgimize kadar hiçbir yükselti göremeden ilerledik uzunca bir süre. Nerede sona erdiği belirsiz ancak yakın bir ufuk çizgisi… Rüzgara karşı mücadele edip aracımızı yolda tutmaya çalışırken birkaç metre ötemizi göremediğimiz bir kum fırtınasına yakalandık. Yuvarlanan çalılarla(tumbleweed) tamamlanan atmosfer sanki bir western film setinden çıkmış gibiydi. Geçtiğimiz köylerin isimlerini haritadan bulmaya çalıştık, bulamadık. Sonra GPS’te aradık, orada da yoktular. Sonunu göremediğimiz bir yolda sonsuzluğa doğru yol alıyor gibiydik. Bu olağandışı atmosferde, Tuz Gölü’ne vardığımızda aracımızdan indik. Tamponda, sis lambasının arkasına sığınmış olan renkli kuşu da işte o zaman fark ettik. Onlarca kilometre önce duyduğumuz çarpma sesinin sebebini de öğrenmiş olduk böylece. Bizimle beraber bütün bu yolu kat eden arı kuşu hala canlıydı. En yakın veterinerle aramızda tam olarak 110 km vardı.  Kanatlarını ve pençelerini kontrol edip hemen bir kutuya yerleştirdik. Ertesi gün yeniden sağlığına kavuşup uçacak olan kuşla beraber Konya’ya doğru yol alırken, bir başka mucizevi karşılaşmaya rast geldik. İnsanoğlu kuş misali… 2 ay önce Ege’de tanışıp bir süre beraber yol aldığımız bir gezgin dostumuzla yeniden karşılaştık. Bizimle aynı anda aynı yolun aynı yerinde bulunup yeniden otostop çekiyor bize ve beraber gidiyoruz 11. Konya Mistik Müzik Festivali’ne. Konya’ya vardığımızda ücretsiz bir karavan kamp alanı buluyoruz. Elektrik, su, tuvalet, duş, wi-fi; her şey bedava. Hem de hobi bahçelerinin hemen yanında… Konya bizi beklentilerimizin üstünde ve oldukça sıcak bir biçimde karşılıyor; geceleri 4 dereceye kadar düşen sıcaklık dışında. Beklenmedik soğuk kendini gösterince, festival için bir araya gelmiş 50’den fazla gezginin bir arada kaldığı bir atölyeden Bit Pazarı’na akın ediyoruz bir pazar günü. Herkes cebindeki bozukluklarla...