Yürüyerek girdiğimiz Nepal’den, bir mayıs sabahı yine yürüyerek çıkıyoruz. Hindistan vizemizin bitmesine 2 gün kala, Raxaul’dan trene binip Bangkok uçağına binmek üzere Kolkata’ya gidiyoruz.
Kolkata’daki tek günümüzü, Couchsurfing’ten bizi konuk eden Pankaj sayesinde dolu dolu geçiriyoruz. Daha önce Varanasi’de seyre daldığımız Ganj nehriyle burada bir kez daha karşılaşıyoruz denize dökülmeden hemen önce. Batı Bengal eyaletinin başkenti olan bu kent, Hindistan’da gördüğümüz en temiz ve modern şehir. İngilizlerin Hindistan’a ilk olarak giriş yaptığı kent İngiliz mimarisi yapılarla dolu. Keşfetmek için ise bir gün kesinlikle yeterli değil.
5 Mayıs sabahı Bangkok’a varıyoruz. Artık tamamen farklı bir kültürün içinde, Güneydoğu Asya’dayız. Havaalanındaki görevli pasaportlarımızı kontrol ediyor ve bir damga basarak bize iade ediyor. Bu kadar. Vizesiz ve ücretsiz 30 günlüğüne Tayland’a adım atıyoruz.
Metroyla havaalanından şehir merkezine doğru giderken pencereden dışarıyı seyrediyoruz. Çok düzenli, çok temiz ve fazlasıyla modern. Thai halkı da oldukça bakımlı. Dilencilerin bile kıyafetleri bizimkilerden temiz. Bu yüzden sanki herkes refah içinde yaşıyormuş gibi görünüyor. İnsanlar güler yüzlü, ulaşım kolay. Şehirlerarası yollarda otostop çekmek de çok kolay. Trafikteki araçların çoğu pick-up olduğu için, kasaya atlayıp sıcak havada püfür püfür seyahat edebiliyorsunuz. Bisikletlilere saygı olduğu gibi, özellikle Bangkok’ta bisiklet yolları bile var.
Bangkok’ta ilk olarak, kalacak bir yer bulmak için, turistik merkez olan Banglamphu’ya gidiyoruz. 300 Baht’a (9 $) ortak banyolu minicik bir oda bulup barınma ihtiyacımızı hallettikten sonra yiyecek bir şeyler bulmak için sokağa çıkıyoruz.
Restoranlardan sokak satıcılarına her yerde çok çeşitli yemek bulmak mümkün. Envai çeşit deniz canlısı, tavuk, domuz, dana… Her köşe başında ızgara yapılıyor. Ama vejetaryen bir şeyler bulmak pek kolay değil. O yüzden Thai dilinde ilk öğrendiğimiz kelimelerden biri “mangsawirat” (vejetaryen) oluyor. İlk gün kahvaltımızı bir çeşit sebzeli dolmayla yapıyoruz. Sonra Pad Thai’yi keşfediyoruz. Pad Thai, Tayland’daki en lezzetli vejetaryen seçeneklerden biri (karidesli olanı da var). Temel malzemesi noodle, çoğu Thai yemeği gibi içindeki çeşitli soslar sebebiyle tatlı-acı karışık bir tadı oluyor. Bir diğer vejetaryen seçenek de tabi ki pilav. Sebzeli pilav, diğer öğünlerde temel gıdamız haline geliyor. Vegan gezginler için işler biraz daha zor, zira birçok yemeğin içinde yumurta bulunuyor. Sokak tezgâhlarında ve yerel restoranlarda birkaç dolara doymak mümkün.
Tayland’da turist olmak çok kolay olduğu için, Güneydoğu Asya’daki en turistik ülkelerden biri; her yer turist. Kültürel olarak çok açık, istediğiniz her şeyi çekinmeden giyebilirsiniz. En önemli turistik aktiviteler ise ülkenin tamamımda sıkça karşınıza çıkan Wat, yani tapınak komplekslerini gezmek ve Thai masajı yaptırmak. Masaj yaptırmak gerçekten çok ucuz; bir saati 200-250 Baht civarında (6-8 $). Kafanızı çevirdiğiniz her yerde bir masaj salonu, hatta sokaklara taşmış masaj koltukları görüyorsunuz. Thai masajı, Thai halkı tarafından da sıkça yaptırıldığı için Tayland’daki en geniş sektör olabilir.
Bangkok’ta boş boş dolaşmak bile, görecek çok fazla güzel şey olduğu için keyifli. Müze gezmek isterseniz de, 200 Baht (6 $) vererek “Museum Pass” adı verilen bir kart alıp birçok yeri bu kartla ziyaret edebiliyorsunuz. (Grand Palace ve Reclining Buddha heykelinin yer aldığı Wat Pho dâhil değil; bunların her birinin girişi 3-15 $).
Bir de, 10-15 Baht’a kentin ortasından geçen nehir üzerindeki uzun teknelere binerek, gökdelen ve tapınaklardan oluşan manzarada nehir turu yapabilirsiniz. Aynı fiyata, şehrin banliyölerine ulaşmakta kullanılan kanallar üzerindeki botlara da binebilirsiniz. Kanallardaki su biraz kötü koksa da, çok hızlı giden teknelerde görebildiğiniz kadarıyla etrafındaki yapılar görmeye değer.
Tayland’da, kral ve kraliçe fotoğrafları, Thai masaj koltukları ve Wat’lardan sonraki en yaygın ve ilgi çekici şey ise gece pazarları. Hangi şehirde olursanız olun, mutlaka yakınlardaki bir gece pazarına uğrayın. Her tezgâhtan farklı bir şeyler atıştırarak akşam yemeğini aradan çıkarabilirsiniz. Hafta sonuna kadar bekleyemediğimiz için ünlü Chatuchak Market’e gidemedik ama Chinatown bir Çin mahallesinden çok Karaköy’e benziyor.
Birkaç gün geçirip Bangkok’tan ayrıldıktan sonra, şehrin biraz kuzeyindeki tarihi tapınak kalıntıları ile meşhur Ayutthaya’ya gidiyoruz. Bisikletle birkaç saatte dolaşılabilecek, küçük bir yerleşim. Kentteki tapınaklar arasından en ilgimizi çekeni, tren yolunun doğusundaki Wat Yai Chai Mongkoi oluyor.
Öğle sıcağında vaktimizin çoğunu, 200 Baht’a (6 $) kaldığımız otelin (Tony’s Place) havuzunda geçiriyoruz. Akşama doğru hava serinleyince de bisikletlerimizle kentin ortasındaki göle gidip, gün batımında harika görünen tapınak yıkıntıları arasında keyifle bisiklet sürüyoruz.
Gün batımından hemen sonra otelimize dönerken de, Bang Laen ve Chikun Caddelerinin kesişiminde yer alan Ayutthaya’nın gece marketiyle karşılaşıp açlığımızı gideriyoruz.
Buradan Tayland’ın kuzeybatısındaki Pai’ye geçmek için, Chiang Mai trenine, Hindistan’da hep yaptığımız gibi, fanlı yataklı vagondan (sleeper class) bilet alıyoruz. Biletler Hindistan’a göre pahalı (Bir kişi 540 Baht/16 $). Ancak Tayland titizliği burada da kendini gösteriyor. Hindistan’daki gibi basit yataklar beklerken yastıklı, bembeyaz çarşaflı ve perdeli yataklarla karşılaşıyoruz. Burada Sleeper Class’ın daha ucuz alternatifi ya rahat koltuklu (2. Sınıf) ya da rahatsız koltuklu (3. Sınıf) vagonlar. Ucuz Sleeper Class yok. 3. sınıf vagonda dönüş yolculuğunu yaptığımızda anlıyoruz ki, bu koltuklarda uyumak pek mümkün değil ama ekonomik (200 Baht).
Daha sonra yeniden döneceğimiz için Chiang Mai’de durmadan, bir minibüsle Pai’ye geçiyoruz. Pai, sadece turizmle geçinen bir kasaba. Hippilerin ve sırt çantalı gezginlerin buluşma noktası. Bangkok ve Chiang Mai’ye göre daha ucuza kalıp buradaki sosyal ortama katılmak mümkün.
Gündüzleri tur satın alıp çevre köyleri ziyaret edebilir, ya da çevredeki trekking parkurlarını deneyebilirsiniz. Her akşam da birkaç farklı mekanda canlı müzik dinlemeye veya reggie partilerine gidebilir ve tabiki gece pazarında karnınızı doyurabilirsiniz. Biz turla gezmeyi sevmediğimiz için kiraladığımız bisikletlerle yerleşimden uzaklaşıp doğaya yaklaşmayı seçiyoruz.
Pai’den ayrılıp çevredeki köy hayatını keşfetmek hayaliyle Mae Hong Son yolunda otostop çekerken, bizi aracına alan Taylandlı Amee’nin Alman kocası Rudi’yle beraber işlettiği Lisu Lodge’a varıyoruz. Ban Namrin adlı küçük bir köyün içindeki bu konukevinde, 100 Baht’a (3 $) bir bambu evde kalıp, akşamları Amee’nin hazırladığı muhteşem Lisu yemeğini, kahvaltıda da Rudi’nin Alman usulü pancakelerini yiyoruz. Ama daha da güzeli, bahçedeki onlarca çeşit farklı tropik ağacın meyveleri bedava ve çok lezzetli.
İlk gün Lisu Lodge’dan 2 saat mesafedeki Karen köyü Mae U Mong’a yaptığımız yürüyüşte Tayland’ın gizli kalmış köylerini, doğasını ve adlarını bile bilmediğimiz göz alıcı bitkilerini keşfediyoruz.
Köydeki evlerin daha bakımsız ve eski olmasını beklerken, peyzaj düzenlemesine kadar özenle yapılmış güzel ve bakımlı köy evleri ile karşılaşıyoruz; hem de turistik bir köy olmamasına rağmen. Yolda gördüğümüz bütün arabaların yeni cilalanmış gibi parlaması, herkesin çok temiz ve özenli giyinmesiyle birleştirince, Taylandlıların dış görünüşe bir hayli önem verdiğini anlıyoruz.
Ertesi gün ise Pang Ma Pha bölgesindeki Tabut Mağarası’nı (Coffin Cave) keşfe çıkıyoruz. Aklımızda Nam Lang deresinde yüzmek de var. Ama derinliği, temizliği uygun mudur bilmiyoruz. Hemen Tabut Mağarası’nın karşı tarafında nehre iniş yolunu buluyoruz. Ne şanslıyız ki tam derenin derinleştiği bir yerdeyiz ve hemen suya atlıyoruz.
Yine bir pick-up’ın arkasında, Ebru’nun 2 haftalık Thai Masaj Kursu alacağı Chiang Mai’ye dönüyoruz. Ebru’nun masaj kursu aldığı Old Medicine Hospital, diğerlerine göre daha tecrübeli ve ucuz. Chiang Mai’nin merkezine yakın olduğu için, bisikletle veya tuktukla kolayca ulaşılabiliyor.
Chiang Mai, eski merkezinin etrafı bir kanalla çevrelenmiş, Tayland’ın ikinci en büyük yerleşimi. Yakındaki milli parklara gidip yürüyüş yapmak için de bir merkez. En ucuz oteller Somphet Market civarında yer alıyor. Biz de, 2 hafta boyunca günlük 280 Baht’a (8 $) Giant Guesthouse’da konaklıyoruz. Cumartesi günleri Wua Lai caddesinde, pazar günleri de Ratchamanka caddesinde kurulan gece pazarları alışveriş yapmak için en uygun yerler. Şehrin içindeki tapınakların dışında, Doi Suthep Milli Parkı da görülmeye değer.
Doi Suthep yakınlarındaki Monthathan Şelaleleri, bir saatlik güzel bir yürüyüş rotasını da içinde bulunduran iyi korunmuş bir doğa alanı. Girişte kişi başı 100 Baht (3 $) ödeniyor, içeride kamp yapmak da mümkün.
Tayland’da daha görülecek çok yer var, özellikle de methini duyduğumuz güney sahilleri. Ancak bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimiz için Bangkok’tan Aranyaprathet trenine binip, yine yürüyerek Kamboçya’ya geçiyoruz. Kamboçya’da geçireceğimiz bir ayın sonunda, tekrar Tayland’a dönüp bu kez güneyini keşfedeceğiz. Ancak Chiang Mai’deki son günlerimizde fotoğraf makinemizi kaybettiğimiz için, maalesef eskisi gibi güzel fotoğraf çekip, yayımlayamayacağız…