Hindistan’ın güneyinden kuzeyine doğru ilerleyen uzun seyahatimizde, Ocak sonunda geldiğimiz Karnataka’dan Şubat sonunda ayrılıyoruz.
Mysore’dan başlayıp 16 saat süren bir tren yolculuğunun ardından vardığımız Gokarna, Goa’nın hemen güneyinde, Hindistan’ın Karnataka Eyaleti’ne bağlı bir yerleşim. Yolda tanıştığımız gezginlerin önerileri üzerine, geçerken uğradığımız bir yer. Küçük bir kasaba havasını koruyan ama nüfus yoğunluğunu turistlerin oluşturduğu bir sahil yerleşimi Gokarna. Hemen otobüs durağının oradan kiralanacak bir tuk-tukla 100 Rupiye (3,5 TL) veya 20 dakikalık bir yürüyüşle bedavaya ulaşılan Kudle Beach’te hiç beklemediğimiz şekilde 12 gün geçiriyoruz.
Bizi çorak bir tepeye, dik bir yokuşun kenarında bırakan tuk-tuktan inip, sırt çantalarımızla yokuş aşağı yürüyoruz. Yolun sonu, merdiven biçimde dizilmiş kayalardan geçip plaja çıkıyor. Öğle saatlerinde üzerinde yürümenin ya Roadrunner kadar hızlı, ya da Budist bir rahip kadar sabırlı olmayı gerektirdiği sıcak kumsal önümüzde uzanıyor. Ocak ayının 29’u, ve kafamıza Hindistan cevizi düşmeyecek bir gölge arıyoruz.
Sahil boyunca, uzun kumsalın arkasında konuk evleri (guesthouse) ve restoranlar yer alıyor. Birkaç pahalı yer hariç odaların çoğu duvarları palmiye yapraklarından örülmüş, zemini kum olan “hut”lardan oluşuyor (bungalov gibi). Yine de, yoğun sezonda orada bulunduğumuz için oda bulmak kolay değil. Biz de, bize hiçbir konfor sunmayan bir oda için 350-400 Rupi (15-20 TL) kira vermek yerine çadır kurmak için uygun bir yer bakınmaya başlıyoruz. Yüzeyden denize ulaşmayan küçük bir derenin yakınında (gözünüzde mavi renkli bir su canlanmasın) Hindistan Cevizi ağacı olmayan ağaçların altında çadırımızı kuruyoruz.
Günbatımıyla beraber herkes kumsalda toplanıyor. Gezginler el işlerini sergileyip sattıkları tezgahlarını açarken, birkaç farklı ateş ya da mum ışığı etrafında toplanılıp şarkılar söyleniyor. İsrailli birinin kendi enstrümanıyla çaldığı yerel şarkısına başka biri Yunanca eşlik ediyor. Bizim de dilimizden dökülüveriyor şarkı: Üsküdar’a gider iken…”
Dünyanın farklı yerlerinde doğmuş ve farklı yerlerine gitmiş farklı insanların oluşturduğu gezginler topluluğunun bir araya gelip sanki dünyamızdaki ırkçılık, cinsiyetçilik, milliyetçilik gibi sorunlar çoktan çözülmüş gibi bir arada yaşadığı bir yerde geçirdik Kudle’deki zamanımızı.
Üçüncü günümüzde çadırımızı kurduğumuz yerden kaldırıp, UK Guesthouse’un bahçesine (UK Hintçe bir kelimenin kısaltması, United Kingdom değil) taşınıyoruz.
Organik malzemeyle inşa edilmiş odaların ortasındaki meydan, bir kenarındaki küçük ama bütün ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek bir mutfak, ve ağaçlara gerilmiş slacklineların olduğu küçük bir köy meydanı gibi. Herkes sanki birbirimizi önceden de tanıyormuşuz gibi yakın. Farklı yolculuk hikayeleri dinleyerek, slacklineda denge kurmaya çalışarak, yeni makrome teknikleri öğrenerek, kalan vakitlerde çeviri yaparak ve her gün mutlaka gün batımını izleyerek geçti 12 günümüz Kudle’de.
Son günlerimizden birinde katıldığımız Kahkaha Yogası, 4 saat boyunca gülme temelli egzersizlerle Vipassana’da gözlemlemeyi öğrendiğimiz titreşimleri harekete geçirdi.
İlk günümüzde kaybettiği sandaletlerini Sezgin bir daha asla bulamasa da, Polonyalı bir gezginin hediye ettiği Charlie Chaplin’li sandaletleriyle ayrılıyoruz Kudle Beach’ten.
Ama 12 günlük beraberliğin ardından gönlümüz pek uzağa gitmeye el vermiyor ve Gokarna’dan otobüse binip, 10-15 dakikalık bir yolculuğun ardından yarım saatlik orta zorluktaki bir yürüyüşle ulaştığımız Paradise Beach’e geçiyoruz. Buraya, Kudle Beach’ten başlayıp Om Beach’i ve Half Moon Beach’i geçerek kıyıyı takip eden bir yürüyüş rotasını izleyerek 1-2 saatte ulaşmak da mümkün. Ya da küçük teknelerden birini kiralayabilirsiniz.
Bir zamanlar pansiyon ve restoran olarak kullanılan ama koruma amacıyla devlet tarafından yıkılan yapıların kalıntılarının bulunduğu, kalanların, kendi getirdikleri hamak ya da çadırlarda konakladığı küçük bir kumsal Paradise Beach. Temizlikte kullanmak için su çekebileceğiniz iki kuyu var ancak içmek için uygun olup olmadığını bilmediğimizden, içme suyumuzu her gün sahile gelen satıcılardan temin ettik. Aynı satıcılardan, ertesi gün için sipariş vererek alabileceğiniz gıdayla yemek ihtiyacınızı da karşılayabiliyorsunuz. Sabah kahvaltımızı her gün kendimiz pişirdik ve öğle yemeğini muz ve ananas gibi meyvelerle geçiştirdik. Ancak günlük enerjimizi harcamak için harika bir yol olan Half-Moon yürüyüşümüzü akşam yemeği için ayırdık. 20-30 dakikada sert topraktan kuma, kaygan kayalardan sivri taşlara, deniz kıyısından falezlere geçtiğimiz yürüyüş sonunda konaklama ve yemek imkanı sunan Half Moon Beach’e varıyoruz. Kudle Beach’te olduğu gibi burada da geleneksel Hint yemeklerinden Mançurya mutfağına, makarnadan falafel ve pizzaya kadar geniş bir çerçevede yemek bulmak mümkün. Ama elbette ki hepsi aynı aşçının elinden çıkıyor.
3 gece kalmamıza rağmen çok benimsediğimiz Paradise Beach’e, Sadhana Forest’tan öğrendiğimiz teknikle yaptığımız el yıkama sistemini bırakarak veda ediyoruz.
Planımız, kuzeye gitmeden önce birkaç gün kalacağımız Hampi’ye ulaşmak ama öncesinde bilgisayarımızın bozulan adaptörü yerine yeni bir adaptör almak ve cep telefonumuzun sorunlarından çözebildiğimiz kadarını çözmek. Bu amaçlar doğrultusunda önce otobüsle Gokarna’ya, ardından başka bir otobüsle Karwar’a geçip bilgisayarımıza adaptör aldıktan sonra otobüsle Hubli’ye gidip, akşam olduğu için burada otogar kenarındaki bir otelde konaklıyoruz. Ertesi gün erkenden, kaçarcasına Hubli’den trene binip Hospet’e varıyoruz. Bu arada cep telefonumuzu tamir ettirmenin yenisini almaktan daha mantıklı olmadığına hükmedip yeni bir telefon alıyoruz.
Hospet, Hampi’ye 15 km uzaklıkta, tren istasyonu olan bir yerleşim. Buradan Hampi’ye otobüsle 13 Rupi’ye (30 Kuruş) gidilebiliyor. Tuk-tuk ise 150 Rupi (5 Lira). İstasyondan ayrılmadan, Hampi’de kalacağımız süreyi belirleyecek olan tren biletimizi alıp, 23 Şubat’taki Rajasthan trenimize kadar kalmak üzere Hampi’ye geçiyoruz.
Geldiğimiz yer, gökten yağmış gibi görünen kayaların oluşturduğu tepelerin arasından akan nehrin etkisiyle yemyeşil olan vadide kurulmuş bir antik kent. Dar sokakların ayırdığı dükkanların yer aldığı Pazar olarak adlandırılan yerleşimin içinden geçerek, antik merdivenlerden bizi karşı kıyıya geçirecek olan teknenin yanaşacağı yere iniyoruz. Basit bir motorlu bota 30 kişi doluşup, kişi başı 10 Rupiye (30 kuruş) karşıya geçiyoruz.
Nehrin bu yakasındaki toprak yolun kenarına sıralanmış pansiyonlardan uygun bir tanesini bulmaya çalışırken Gokarna’da tanıştığımız bir arkadaşımızla karşılaşıp, onun burada tanıştığı Türkiyeli gezginleri buluyoruz. İbrahim, Melih ve Gökçe. İstanbul’dan yola çıkıp, santur ve aqua gibi “ağır” enstrümanlarıyla beraber, İran ve Pakistan’ı geçerek Hindistan’a gelmişler. Onların Tayland’a gitmeden önceki son günlerini, bizimse Hampi’deki ilk günlerimizi beraber geçirdik böylece. Nehir manzaralı bir pansiyonun bahçesinin nehre bakan tarafına kurduk burada da çadırımızı.
Hampi, oluşturduğu atmosfer açısından Gokarna ile çok benzer. Birkaç hafta önce tanıştığımız insanlarla burada tekrar karşılaşıyoruz. Burada da günbatımı harika; deniz yerine dağ manzarasıyla.
Sahil olmadığı için, her akşam günbatımında “sunset point” adı verilen kayaların üstünde toplanılıyor. Etraftaki yerleri ziyaret etmek için bir bisiklet iyi oluyor. Günlük 50 Rupiye (1,5 TL) birer bisiklet kiralayıp Hanuman Temple’a diğer adıyla Monkey Temple’a (Maymun Tapınağı) gidiyoruz. 600 basamak çıkılarak ulaşılan tapınak, güzel bir manzarayla beraber cana yakın maymunlara da sahip. Bu maymunlardan biri, tıpkı kendi aile bireylerine yaptığı gibi, Sezgin’e de bit kontrolü yapıyor. Yine nehrin bu tarafında, küçük bir şelale ve baraj gölü bulunuyor. Etraftaki “Beware of Crocodiles” (Dikkat Timsah) yazılarını dikkate almadan gönül rahatlığıyla gölde yüzebilirsiniz.
Nehrin Pazar tarafında ise, yüksek bir tepenin zirvesinde yer alan ve 360 derecelik bir Hampi manzarası sunan Shiva Temple bulunuyor. Biraz daha ileride bulunan Vitala Temple’a ise ziyaret için kişi başı 250 Rupi (8 TL) istendiği için girmiyoruz. Ama etrafında daha bir sürü bedava gezilecek tapınak var.
Hampi’nin huzur ve sakinliği yerimizden kıpırdayamayacak kadar bizi sardığı için, Rajastan’a doğru yola çıkmamız gereken tarihte tren istasyonuna gitmiyoruz. Biletimizi değiştiremediğimiz için de, yeni bir bilet almak üzere birkaç gün daha kalıyoruz.
Aslında, Kuzey Hindistan’daki bir ayımızı Vandana Shiva’nın kurucusu olduğu, içinde Yeryüzü Üniversitesi’nin (Earth University) de yer aldığı Navdanya Çiftliği’nde Bijak (Tohum Koruyucusu) olarak geçirmek istiyorduk. Ancak başvurumuz sonrasında, kalacağımız süre boyunca günlük kişi başı 1500 Rupi, toplamda 3000 Rupi yani 100 Lira ödemememiz gerektiğini öğrendik. Kendi çadırımızda kalabileceğimizi ve bütçemizin kısıtlı olduğunu anlatmamıza rağmen her hangi bir çözüm yoluna gitmedikleri için hayal kırıklığına uğradık. Bir başka gönüllü projesi olan Barefoot College da, günlük ziyaret için bile 1200 Rupi (40 TL) isteyince, Hindistan’daki paralı gönüllülük sistemine isyan edip, umutlarımızı baharda gitmeyi düşündüğümüz Nepal’e bıraktık.
5 Mart’taki Renk Festivali’ni Rajasthan’da geçirip, Mart ayını Kuzey Hindistan’da karşılamayı düşünüyoruz. Şimdi önümüzde 40 saatlik bir tren yolculuğu var.
Varmak değildi , yolda olmaktı hayat. Size verecek bir 8 topum yok ama iyi ve güzel dileklerim sizinle 🙂
Teşekkürler sevgili dostumuz.
“Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda”
Bilardodan pek anlamam ama, oyunun sonunda piyonla vezirin aynı kutuya konduğunu biliyorum 🙂
Kudle Beach şahane görünüyor! İyi gezmeler. 🙂
Teşekkürler Gezgin Martı! Sana da iyi gezmeler 🙂
Sizleri büyük bir keyifle takip ediyorum . Ne güzel yollardasiniz. Sevgilerimle yenikoyden hatice.baharda nepaldeyiz demistiniz insallah iyisinizdir merak ettim sizi.
Merhaba Hatice, sevindirdin bizi 🙂
Çok iyiyiz, Tayland’a geçiyoruz birkaç gün sonra. Nepal’den ayrıldık depremden birkaç gün sonra.
Merak edersen Nepal yazımız: https://seedsonwheels.com/tr/2015/05/01/dunyanin-catisinda-yurumek/
Sevgiler, selamlar…
Görüşmek üzere