Konya: Mistik Bir Yolculuk

Suyun ve rüzgarın şekillendirdiği vadilerin ardından, tamamen farklı bir coğrafyadan geçtik Konya’ya giderken. Tuz Gölü havzasında ufuk çizgimize kadar hiçbir yükselti göremeden ilerledik uzunca bir süre. Nerede sona erdiği belirsiz ancak yakın bir ufuk çizgisi…

Uçsuz Bucaksız

Uçsuz bucaksız

Rüzgara karşı mücadele edip aracımızı yolda tutmaya çalışırken birkaç metre ötemizi göremediğimiz bir kum fırtınasına yakalandık. Yuvarlanan çalılarla(tumbleweed) tamamlanan atmosfer sanki bir western film setinden çıkmış gibiydi. Geçtiğimiz köylerin isimlerini haritadan bulmaya çalıştık, bulamadık. Sonra GPS’te aradık, orada da yoktular. Sonunu göremediğimiz bir yolda sonsuzluğa doğru yol alıyor gibiydik.

Yol

Yol

Bu olağandışı atmosferde, Tuz Gölü’ne vardığımızda aracımızdan indik. Tamponda, sis lambasının arkasına sığınmış olan renkli kuşu da işte o zaman fark ettik. Onlarca kilometre önce duyduğumuz çarpma sesinin sebebini de öğrenmiş olduk böylece. Bizimle beraber bütün bu yolu kat eden arı kuşu hala canlıydı. En yakın veterinerle aramızda tam olarak 110 km vardı.  Kanatlarını ve pençelerini kontrol edip hemen bir kutuya yerleştirdik.

Arı Kuşu

Arı Kuşu

Ertesi gün yeniden sağlığına kavuşup uçacak olan kuşla beraber Konya’ya doğru yol alırken, bir başka mucizevi karşılaşmaya rast geldik. İnsanoğlu kuş misali… 2 ay önce Ege’de tanışıp bir süre beraber yol aldığımız bir gezgin dostumuzla yeniden karşılaştık. Bizimle aynı anda aynı yolun aynı yerinde bulunup yeniden otostop çekiyor bize ve beraber gidiyoruz 11. Konya Mistik Müzik Festivali’ne.

Konya’ya vardığımızda ücretsiz bir karavan kamp alanı buluyoruz. Elektrik, su, tuvalet, duş, wi-fi; her şey bedava. Hem de hobi bahçelerinin hemen yanında…

Karavan Parkı

Karavan Parkı

Konya bizi beklentilerimizin üstünde ve oldukça sıcak bir biçimde karşılıyor; geceleri 4 dereceye kadar düşen sıcaklık dışında.

Beklenmedik soğuk kendini gösterince, festival için bir araya gelmiş 50’den fazla gezginin bir arada kaldığı bir atölyeden Bit Pazarı’na akın ediyoruz bir pazar günü. Herkes cebindeki bozukluklarla giyinmeyi başarıyor. Festival süresince kendiliğinden oluşan komün evde de bütün ihtiyaçlar aynı şekilde karşılanıyor.

Her gece farklı bir ülkeden gelen grupların yerel enstrümanlarıyla yaptıkları müziği dinliyoruz. Boliva’dan Tacikistan’a, İran’dan Endonezya’ya… Gündüzleri ise atölye evinde makrome dersleri alıp keşfediyoruz Konya’yı. Rutinimiz haline gelen şey ise, Hiçhane’de Niğde Gazozu içmek… Hiçhane, Mevlana Müzesi’ne yakın, güzel bir mekan. Sloganı da şu: “herkesin varolmaya çalıştığı bir dünyada biz “hiç”iz diyenlerin mekanı”. Varlık ve hiçlik arasında Mevlana’yı öğreniyoruz, Şems’i keşfediyoruz…

Hiçhane

Hiçhane

Müzik ve huzurla geçirdiğimiz 8 günün ardından biraz ısınmak için güneye yöneliyoruz yeniden. Festival’de tanıştığımız iki gezginle beraber yolumuz 9000 yıl öncesine düşüyor… Çatalhöyük’te, insanlığın büyük patlamasına şahit oluyoruz. Bütün uygarlığın o insanların yaptıklarının üstüne inşa edildiğini görüyoruz. Tıpkı Çatalhöyüklülerin nesiller boyunca evlerini kendilerinden önceki kuşağın evlerinin üzerine inşa ettiği, ölülerini yaşadıkları evin tabanına gömdükleri gibi. Bir bilgelik aynası.

Dağılıp yeniden bir araya gelen düşüncelerimizi toparlamaya çalışırken yeni bir coğrafyaya geçtiğimizde, geceyi geçirdiğimiz evin bahçesinde bir başka olağandışı karşılaşma bekliyor bizi. Uzun zamandır görmek istediğimiz bir dostumuz beliriyor bahçede. Herkes birbirini bir yerlerden tanıyor ne de olsa…

Karşılaşmalar Bahçesi

Karşılaşmalar Bahçesi

*Kapak Fotoğrafı: Küf

https://www.facebook.com/KUFproject.oficial

Bir Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir