Şimdi nereye?

                Bayram arifesi geldiğimiz İstanbul’dan bayramın birinci günü ayrılıp 1 haftalığına Karadeniz’e gidiyoruz. Ancak Karadeniz’in batısına, Kırklareli’ye…

 Kıyıköy’e vardığımızda, deniz kenarındaki merada kurulmuş onlarca çadır görüyoruz. Tatilde burası da, Akdeniz sahilleri kadar olmasa bile kalabalık. Ancak hiçbir işletme olmadığından kamp yapmak beleş. Gündüz mandaların, ineklerin ve koyunların otlatıldığı bu alanda istediğiniz her yerde konaklayabilirsiniz. Suda vakit geçirmek için Karadeniz’in dalgalarıyla boğuşmayı ya da Aya Nikola Manastırı’nın bulunduğu yerdeki nehirde deniz bisikleti, kano ya da tekne ile tur yapıp eşsiz nilüferlerin arasında dolaşmayı tercih edebilirsiniz. Biz ikincisini yaptık.

                Longoz Ormanları’na doğru ilerleyip Sivriler Köyü’ne vardığımızda, Demirköy yolu üzerindeki bir piknik alanında geçiriyoruz geceyi. Yavaşça akan bir derenin yanında, ormanın içerisindeki bu güzel yeri bozan tek şey etraftaki plastik atıklar. Bizi rahatsız eden bu görüntüden kurtuluyoruz yarım saatlik bir emekle. Ancak bu ne ilk, ne de son…

Longoz

                Ertesi gün stabilize yolu takip edip Longoz ormanlarına varıyoruz. İğneada Longoz Ormanları, subasar ormanların dünyadaki üç örneğinden biri. Milli Park ilan edilmiş durumda ancak koruma altında değil. Orman içinde yapılaşmalar var ve her yönden giriş serbest. Ormanın içerisi jungle gibi. Ağaçlara dolanan sarmaşıklar, küçük göletlerde yüzen mandalar… Manda ve himaye…

                İğneada’ya doğru ilerlerken yol üzerindeki bir nehirden geçiyoruz. Devam eden bir köprü inşaatı var ancak o bitene kadar; TEK YOL DERE! Yürüyerek geçmek kolay, pek derin olmadığı için herhangi bir araç da geçebilir. Murtaza için ise zaten sorun yok.

                Çok kalabalık olduğu için İğneada’yı vardığımız gibi terk edip Beğendik Köyü’ne doğru yola devam ediyoruz. Beğendik Bulgaristan sınırında küçük bir yerleşim. Hemen yanında, sınırın öbür tarafında Rezovo var. Kamp kurduğumuz yerde de, gece komşu kentin ışıklarını görebiliyoruz.

Sığır

 Sabah harika bir gün doğumunun ardından karavanımızın dibine kadar gelen ineklerle beraber kahvaltı ediyoruz. Öğlen de, aynı ineklerle beraber kumsalda güneşlenip denize giriyoruz. Kimi de falezin üzerinden denizi izliyor. Kumsalda plastik yok, mis gibi inek boku var. Karadeniz de biraz daha sakin…

Beğendik’i beğenip iki gün geçirdikten sonra Yıldız Dağları’nın ormanları ve nehirlerinin arasında ilerlerken Dupnisa Mağaraları’na rastlayıp dolaşıyoruz içerisinde. Temmuz sonunda 10 C’lik bir sıcaklık var mağarada. İnanılmaz sarkıtlar, donma noktasına yakın bir su. Ancak turizme açılmasıyla beraber hala yaşamını sürdüren mağaranın içerisine yapılan ışıklandırma ve dökülen betonun acısını hissediyoruz. Yarasalar kalan son karanlık köşelere sıkışmış, son sarkıt kurumuş… Girişten sonra ikiye ayrılan mağaradan “Sulu Mağara” el değmemiş durumda sadece. Onun içinde yürümek de dondurucu soğukluktaki suyla imtihana dönüşüyor.

Dupnisa

                Gece, mağaralara yakın bir yerdeki derenin yanında, bir fasulye tarlasının bitişiğinde kalıyoruz. Akşam yemeğimiz elbette ki taze fasulye…

                Nihayet, Edirne’ye de uğrayıp İstanbul’a varıyoruz yine. Ağustos sonuna kadar, yolculuğumuzun ikinci aşaması için hazırlanacağız. Bürokratik işlemler ve karar verme süreci…

                Yolumuza nasıl devam edeceğiz? Karavanımızın yoldaşlığıyla İran ve Pakistan’ı aşıp mı gideceğiz Hindistan’a, yoksa sadece sırt çantalarımızla mı? 

 

Bir Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir