Çavuşlu’da Eren ve Iraz’la, Aşağı Çavuş’ta Tom ve İlknur’la kaldıktan sonra, Kaz Dağları’ndan ayrılıp Marmariç’e doğru yola koyulduk. Kalkım’ı geçip Edremit’e inmeden önce öğle sıcağında son zirveyi tırmanırken motorun 100 dereceye varan sıcaklığıyla durmak zorunda kaldık. Ama bildiğimiz birkaç şey vardı.
Aracınız hararet yaparsa motoru durdurmayın. Rölantide çalışsın. Eğer sıcaklık düşmüyorsa klimayı sıcağa ayarlayıp açın. Bizimki gibi kliması çalışmayan bir aracınız varsa yapacak bir şey yok. Biz de bekliyoruz. Sıcaklık düşmezken tahliye borusundan buhar çıkmaya başlıyor. Çaresizce, risk alarak motoru susturuyoruz. Hemen motoru açıyoruz ne var ne yok diye bakmak için. Tabii karavanımızda motora ulaşmak biraz zor. Önce yataktaki çarşafları toplamak gerekiyor. Sonra minderi kaldırıyoruz. Motor kapağının üzerindeki ses yalıtımı için konan zemin kapağını açıyoruz. En sonunda da motor kapağı… Biraz su ekliyoruz belki soğur diye ama su kaynamanın olduğu bölüm tarafından emilmiyor. Niye? Çünkü ısınan su genleşir. Buharlaşa buharlaşa azalacak ama o zamana kadar buhar basıncı iki bölüm arasındaki geçişi engelliyor. Mecburen sıcak kapağı açıyorum. Elime bez alıp, suratımı geride tutarak. Buharlar çıkıyor. İşte oradan ekliyoruz suyu. Orada kala kalsak kimseyi de çağıramayız yardım için. Telefonlarımız çekmiyor.
Bir süre sonra ağır ağır çıkıyoruz yola. 2. Viteste, saatte 20 km hızla tırmanıyoruz yokuşu. İnişe geçince rahatlıyor Murtaza. Biz de yoğun stresin ardından biraz rahatlamak için Assos’ta bir Kamping alanına gidiyoruz. İlk kez para vererek kamp yapacağız. Biraz bira, patates kızartması… Deniz arındırıyor…
Sabah bir tamirciye uğramadan önce Dedetepe Çiftliği’ne gidip Buğday Derneği’nin bizim için yolladığı tohumları alıyoruz. Gözümüzü hararet göstergesinden ayırmadan, daha önceden tanıdığımız bir ustaya gidip bırakıyoruz Murtaza’yı. Sabaha iyileştiririz diyorlar. Refakatçi olarak yanında kalamadığımızdan, Ebru’nun babası ağırlıyor bizi. Marmariç’teki PDC kursuna yetişmek için 1 günümüz kalıyor böylece.
Öğleye yakın bir vakitte Akçay’dan ayrılıp yola koyuluyoruz. Hararet sorunu gerçekten çözülmüş. İbre sabit. Radyatör çalışıyor. Keyifle, müzik dinleyerek giderken iki motosikletli gezgine rastlıyoruz Dikili civarında. Gezgin gezgini sever. Arkalarından, onların hızına ayak uydurarak gidiyoruz yavaş yavaş. Kervan gibi… Biz de motosikletle seyahat etmeyi geçirmiştik aklımızdan. Otomobil kullanan bazı insanlar motosikletleri fark etmiyorlar bazen. O yüzden ön camımızda yazıyor: “Motosikletleri Farkedin”.
Her şey hızlıca olup bitiyor. Bir araba sağa hamle yapıyor tali yola girmek için, motosikletlilerden biri de ona çarpıyor. Hemen durup koşuyoruz. Yerde yatanın kanaması var ama durumu iyi. Konuşturuyoruz, gölge yapıyoruz, yola reflektör koyuyoruz. Ambulans gelene kadar bekliyoruz orada. Ayrılırken yüreğimizde bir ağırlık var. İzmir’e varmadan önce Aliağa’daki endüstriyel çöl de iyice ağırlaştırıyor ruhumuzu. Bir an önce gidip sakinleşmek istiyoruz biraz. Yolda bizim gibi kursa gitmeye çalışan birkaç kişiyle daha buluşup beraberce varıyoruz köye…